Prof.Dr. İsmail Tunalı, Söyleşi, 2008
İ.T: -İnsanın bütün değerlerini, herşeyi yitirişi ve bir nostalji halinde o eski değerin ve yaşanmış olan herşeyin fırtınalar içinde, zamanın fırtınası içinde çırpınışı… ve bir yerde varolmak için çırpınışı. Benim izlenimim budur, Nazan hanım.
Ben düşücelerimi söyledim Nazana, Nazan bir hata yaptı yalnız,aşağıda söylediklerimi teybe almadı.
N.A:-Evet, maalesef hocam.
İ.T.:-Ama hayır, söylediklerimi unutma ama yaz, sen yaz.
N.A:- Evet hocam ama sizin aşağıda anlattıklarınızı ben tam olarak dile getiremiyebilirim
İ.T:- Ama bak ben gidince şimdi unutacağım bunları.
N.A:-Ama şey, aşağıda…
İ.T: -Yazarız yazarız merak etme, çünkü üzerinde durduğun tema benim de temam. Kitaplarımda yazılarımda da ele aldığım konu bu. Sen resmini yapıyorsun, ben felsefesini yapıyorum.
N:A: - Hocam yalnız ben resimleri yaparken bir felsefeci gibi felsefesini bilerek, bir ön düşünceden hareket ederek yapmıyorum. Benim kulaklarımda müthiş bir fırtına sesi uğulduyor, herşeyi sürükleyip götürüyor.
İ.T: - Ama sen hissediyorsun, o fırtınanın içinde yaşıyorsun sen. Video çok güzel,çok çok güzel, çok beğendim.
N.A: - Bunlar da onların resimleri aslında.
İ.T: - Doğru, bir yerde o duygunun farklı tezahürü.
Şimdi 20 gün kursa gidiyor, ben oldum, adıma müze de kuracağım diyor. Piyasa ekonomisindeki gibi, sanatta da böyle kolaylık olsun ve bana birşeyler sağlasın. Elde edeyim herşeyi hemen, hem de kolay olsun diyor. Piyasa ekonomisi sanata da girmiş durumda bugün.
N.A: - Hocam, bazı sanatçılar , “sanatta tabii ki ego tatmini vardır, ego tatmini için yapıyoruz” diyorlar. Ben ise öyle düşünmüyorum. Ego tatmini için sanat yapılır mı, hiç ilgisi yok.
İ.T: - Hayır alakası yok. Benim kitabımın özü de, hipotezi de odur. Varlıkla bir hesaplaşmasıdır. Tıpkı bir filozof nasıl hesaplaşıyorsa … Ve o hesaplaşma içinde duyusal olarak tezahür ediyor o hesaplaşma…
Ne var Nazan’ın resimlerinde? İnsanoğlu atılmış bu dünyaya. Neden? Bilemiyoruz. Anlamsız. Bu dünyaya insanın gelmesi anlamsız, yaşaması anlamsız, ölümü de anlamsız.
Ve tanrı oyun oynamış, böyle atmış insanı bu dünyaya, eksik bir varlık olarak koymuş. İnsan birşeyler bulmuş, kendine göre teselliler bulmuş, yaratmış. Ama sonunda zaman öyle büyük bir kasırga ki bir çok şeyi alıp götürüyor. İnsanı, yıpranmanın, yokluğa gidişin karşısına koyuyor…ve insan yarattığı eserlerin bir yerde yıpranması ve yokluğa gitmesine karşı koyamıyor. İnsan orada derin bir hüzün duyuyor , acı ve üzüntü duyuyor içinde… 20. y.y. felsefesi bu acının ifadesidir, sanatı da bu acının ifadesidir. Yaptıkların da bu acının ifadesidir.
Bunları tek kelime ile söylersek, bunlar existansiyel olan görünüşlerdir.İnsanın varlıkta, varlıkla olan iletişimde içinde duyduğu acının, hüznün bunlar… bir ifadesidir.
Yani ben gittim, bunları gördüm, ne güzel ne hoş diyemiyor. Ahh ne güzel sarılayım bunlara diyemiyor insan. Böyle bir anlayışla bu resmin karşısına geçilmez. Bu eserlerin karşısında düşünme payı olan bir insanın olması lazım. Efendim ben gittim resimleri gördüm ne kadar güzel, hoş. Bu anlayışla bu resmin karşısına geçilmez.Bu resim insanı hüzne sevkeder. Bu resimlerde bir hüzün, bir drama var. İnsanın draması var bu resimde.
N.A: - Benim eski bir işimin kataloğunda biraz önce bahsettiğiniz gibi bir metnim vardı.
“Tanrıyla evcilik oynuyoruz, fotoğraflar onun bebekler bizim, bebekler oynamak içindir” demiştim, bana onu hatırlattınız .
İ.T:- Çok doğru güzel bir buluş, çok güzel bir buluş. Efendim tanrı tek başına yaşıyor, canı sıkılmış, demiş ki oyun oynayayım böyle…
N.A:- Siz aşağıda konuşurken, geleceğin artık hiçbir şekilde öngörülemediğini, 20. yy. dan itibaren felsefenin pesimist olduğunu söylediniz.
İ.T:- Bugün çağ, pesimist bir çağdır. Existansiyalizm ile başlar. Çağ pesimist bir çağdır… ve şimdi bu resimlerde de pesimizm var. Çünkü insanı bugün, tanrı yaratmıştır filan diyoruz ama Nietzche 20.yy ın başında haykırıyor… “God is stopped” diyor, “ tanrı ölmüştür”! Bu söz bütün 20.yy. ı sarsan bir söz oluyor.
Şöyle ki , batı medeniyeti tanrının varlığına dayalı olarak, tanrının mükemmel bir varlık olduğuna dayalı olarak kuruldu batı medeniyeti… ama Nietzche tanrıyı öldürüyor… medeniyet çöküyor. Felsefede de , bilimde de… Niçin Habermas doğuruyor quantumu ? Niçin Newton’u şunu bunu reddediyor? İşte bu hüzün, drama nedeniyle….
Çünkü rönesans optimisttir. Herşey güzel görünüyor…dünya güzel, herşey güzel, resimler güzel,mutlu bir hayat. Bu bir optimizmi ifade eder, dünya görüşü bakımından. Ama 20.yy., rönesansı tersine çeviriyor… ve çağ pesimisttir felsefesiyle, düşüncesiyle , sanatıyla pesimisttir. Ve hepimiz biraz içimizi açıp bakarsak pesimist olduğumuzu derhal görürüz. O manzarayı görürüz, pesimistiz biz.
N.A: -Hocam aşağıda konuşurken siz, artık insanın yer ayaklarının altından kayıyor, insanın sağlamca üstüne basabileceği bir yer kalmadı dediniz. Çok ilginç, ben felsefi olarak bilmiyorum ama benim resimlerimde de yer yok, havada asılı kalmış giysiler.. Aşağıda resimlerimin önünde konuşurken de, bunların giysi değil beden olduğunu, bu paramparça oluşun bugünün insanını anlattığını söylemiştiniz.
İ.T: -Yazacağım sen yazıyı bekle şimdi… gayet tabii yok. Bir hiçlik içindeler. Çağın en önemli kavramı hiçliktir. Existansiyalizm de hiçliğe dayanır. Maleviç de hiçliğin resmini yapıyordu.
Bakıyorum sa 75 yılı bilinçli olarak görebiliyorum. Hem dünyada hem Türkiyede. Hayat bir paradoks. Heryeri gördüm, insanı biliyorum. Şimdi bakıyorum ki insan yanlız. Ben de yanlızım. Bir kere yaşıtlarımı kaybettim. Arkadaşım yok konuşacağım. Ne var? Gençler var. benim bildiğim dünyanın insanı değil bu insanlar. Onlar dijital bir dünyada yaşıyor mutlu, güzel… Bir düğmeye basıyor parayı gönderiyor. Dünyanın öbür tarafına gönderiyor. Biz uğraşıyoruz, defalarca sayıyoruz, onu da eksik sayıyoruz.
N.A: - Yaşıtı olmaması insanın ortak dünya nüvelerini taşıyan insanların da artık olmaması…
İ.T: - Benim bildiğim dünyanın insanı değil artık yeni insan. Onlar dijital bir dünyada yaşıyor.
Çağın büyük düşünürü Ernst Bloch, Rusyadan kaçtı, zavallı çok büyük bir filozoftu. Amerikalıların yıllar sürüyordu randevu alabilmeleri. Çağın büyük filozofu Ernst Bloch… O sırada profesör olarak Tubingende bulunuyordum. Ernst Bloch bu düşüncelerimi benden dinlemek için Nekar ırmağı kıyısındaki evine beni çaya davet etmiş, yaptığımız uzun söyleşide yenilikçi düşüncelerime takdir ve övgülerde bulunmuştu. Bu önemli birşeydir. Alman olsun, Amerikalılar, İngilizler 1 yıl sonrasına randevu alabiliyor ama beni çaya davet etti. Bunu yapan nedir? Benim oradaki konferansımdır. Bütün Tübingen’de demişler ki, “adam konferansta konuştu, böyle böyle dedi.” Bloch da demiş ki, bir de kendisinden dinleyeyim. Ama Türkiye için bunlar mühim değil. Ne olacak Ernst Bloch seni çaya davet etmiş, ne olacak gidip çay içmişsin…
N.A:-- Hocam kitabınızı (Felsefenin Işığında Modern Resim) bana imzaladığınız için çok teşekkür ederim.